Artık Hz. İkrime (r.a. ) için vakit , vuslata erme vaktiydi. Düşman saflarının arasına daldı ve gözlerden kayboluverdi.
Güneş gurub edipte meydanda olup bitenler ortalığa dökülünce , Hz. İkrime’ de (r.a. ) ağır yaralı olarak bulunacaktı. Vücudunda yetmiş küsur ok , mızrak ve kılıç yarası vardı. Onu bu halde bulanlar , hemen alıp yılların yakın arkadaşı ve Yermük’ ün başkumandanı Hz. Hâlid ‘ in (r.a. ) yanına götüreceklerdi. Onu bu halde gören er meydanlarının bükülmez bileği Hz. Hâlid (r.a. ), büyük bir üzüntü duyacak ve imrenerek baktığı Hz. İkrime’ nin (r.a. ) başını dizine koyarak , hayranlıkla onu uzunu uzun seyredecekti. Çok geçmeden yanlarına Hz. İkrime’ nin (r.a. ) oğlu Amr’ da getirilecekti. Diğer dizine de onun başını koyacak olan Hz. Hâlid’ in (r.a. ) gözünün önünden mazi akıp gider gibiydi. Başlarını sıvazlayıp , yüzlerini şefkatle okşarken , belki de ’ ın kudretini tefekküre dalmış , Ebû Cehil’ in babalık yaptığı bir ailenden ardı ardına böylesi kahramanları çıkaran Rabbine hamd ediyor , kendi adına da benzeri dileklerde bulunuyordu. Bu sırada yanına , onu Yemen illerinden alıp huzura getiren hanımı Ümmü Hakîm geldi. Oğlunun şehadetinden sonra kocası da ona veda etmek üzereydi. Kim bilir yüreği kaç parça olmuştu ve bu manzara karşısında gözyaşı dökmeye başladı. Teselli etme sırası şimdi Hz. İkrime’ deydi (r.a. ). Onun bu halini görür görmez , kendini toparlayıp ciddileşti ve ona ;
- Sakın ağlama , diye tembihte bulundu. Arkasından da ;
- Zira ben zaferi görmedikçe ölmeyeceğim , dedi. Bu yönüyle o , Hak’ ka yürürken bile İslam’ ın izzetini düşünecek kadar bir keyfiyet insanı olduğunu gösteriyordu. Çok geçmeden bulunduğu yere amcası ve kayınpederi Hâris İbn Hişam da getirilmişti. O’ da ağır yaralıydı. Ağır yaralıydı ama onun derdi de farklı değildi. Sanki bayram yerine gider gibi bir neşve içindeydi. O’ nun gönlü de hep İslam’ ın izzetiyle doluydu. Gözlerinin içi üyordu. Yanında son demlerini yaşadığını gördüğü damadına döndü ve ;
- Müjde , dedi. ( c.c. ) bize zafer nasip etti.
Bu Hz. İkrime’nin (r.a. ) beklediği müjdeydi ve bu müjdeyi alan Hz. İkrime’ nin (r.a. ) ayağa kalkmak istediği görüldü. Ayağa kalkmak için yanındakilerden yardım talep ediyordu. Üzerinde huzurda bulunmanın hassasiyeti vardı. Bellik ki Resûlullah ( s.a.v. ) temessül etmişti. Büyük bir ihtiramla ve güçlükle kıpırdattığı dudaklarından şu cümleler döküldü ;
- Yâ Resûlullah ( s.a.v. ) , sana vermiş olduğum sözü yerine getirebildim mi ? Rakîb – i Muhâcir’ in sana verdiği sözü yerine getirdi mi ?
Müthiş bir muhasebeydi bu. Yemen’den geldiği gün Resulu’ ne ( s.a.v. ) verdiği sözü hatırlıyordu. Âlem şahit ki o , bu sözü yerine getirmişti. Yine de boynu bükük duruyordu. Halinde “ Kendimi affettirmiş olarak huzuruna gelebilir miyim ? ” dercesine bir duruş hakimdi. Kendini hala bırakmamış , olması gerektiği yerde duruyor ve Yüce Dergah’ a yöneliyordu ; Hz. Yusuf ( a.s. ) misali :
- ’ ım , canımı müslüman olarak al ve beni de sâlih kullarının arkasına ilhak et , diye dua ettiği duyuldu.
Aynı zamanda bu dünya kelamı adına onun son cümlesiydi. Şehâdet şerbetini içmek üzere olduğu bu demlerde , canı su istemişti ; Rahmet – i Rahman’ la serinlemek üzereyken belli ki dünyadan son nasibinin de bir yudum su olmasını murad ediyordu. Onun bu arzusunu duyan ve aynı talepte bulunupta kendisine bir matara uzatılan amcası ve kayınpederi Hâris İbn Hişam , ağzına götürdüğü matarayı :
- Bunu ona verin , diyerek yeğeni ve damadı Hz. İkrime’ ye (r.a. ) götürmelerini söyleyecekti. Kendisine uzatılan bu matarayı tam dudaklarına götürmüştü ki , ilerden bir başkasının da aynı dertten muzdarip olduğunu ifade eden sesi yükseliyordu :
- Su !...
Gözünün ucuyla sesin geldiği yöne baktı. Sesin sahibi diğer amcası Ayyaş İbn Ebi Rebia idi. Hz. İkrime’nin (r.a. ) susuzluktan çatlayan dudakları da hareket ediyordu. Eğilip ne dediğini anlamak istediklerinde onunda :
- Bunu ona götürün , dediğini duyacaklardı. Son talebini de yerine getirmiş , uzattığı matarayı Hz. Ayyaş’ a götürmüşlerdi. Ancak artık çok geçti. Zira Hz. Ayyaş , son nefesini vermişti. Matara elde kalakalmıştı. Bari öncekiler deyip Hz. İkrime (r.a. ) ve Hz. Haris’ in yanına geldiklerinde onlarında aynı durumda olduklarını göreceklerdi. O gün Hak’ ka yürürken bile fedakarlık adına dünyaya ders veren Yermük’ ün kahramanları çoktan pervaz etmiş , dünya ile ukbânın arasındaki o incecik perdenin öbür tarafına geçmişlerdi. Şehit olduğu gün Hz. İkrime (r.a. ) , 62 yaşındaydı.
Cenab- ı ; İslam’ ın ve Resûlu’ nun ( s.a.v. ) bir zamanlar azılı düşmanlarına böyle iman nasip etmişti. ( c.c. ) ne büyüktü...
ALINTI
Güneş gurub edipte meydanda olup bitenler ortalığa dökülünce , Hz. İkrime’ de (r.a. ) ağır yaralı olarak bulunacaktı. Vücudunda yetmiş küsur ok , mızrak ve kılıç yarası vardı. Onu bu halde bulanlar , hemen alıp yılların yakın arkadaşı ve Yermük’ ün başkumandanı Hz. Hâlid ‘ in (r.a. ) yanına götüreceklerdi. Onu bu halde gören er meydanlarının bükülmez bileği Hz. Hâlid (r.a. ), büyük bir üzüntü duyacak ve imrenerek baktığı Hz. İkrime’ nin (r.a. ) başını dizine koyarak , hayranlıkla onu uzunu uzun seyredecekti. Çok geçmeden yanlarına Hz. İkrime’ nin (r.a. ) oğlu Amr’ da getirilecekti. Diğer dizine de onun başını koyacak olan Hz. Hâlid’ in (r.a. ) gözünün önünden mazi akıp gider gibiydi. Başlarını sıvazlayıp , yüzlerini şefkatle okşarken , belki de ’ ın kudretini tefekküre dalmış , Ebû Cehil’ in babalık yaptığı bir ailenden ardı ardına böylesi kahramanları çıkaran Rabbine hamd ediyor , kendi adına da benzeri dileklerde bulunuyordu. Bu sırada yanına , onu Yemen illerinden alıp huzura getiren hanımı Ümmü Hakîm geldi. Oğlunun şehadetinden sonra kocası da ona veda etmek üzereydi. Kim bilir yüreği kaç parça olmuştu ve bu manzara karşısında gözyaşı dökmeye başladı. Teselli etme sırası şimdi Hz. İkrime’ deydi (r.a. ). Onun bu halini görür görmez , kendini toparlayıp ciddileşti ve ona ;
- Sakın ağlama , diye tembihte bulundu. Arkasından da ;
- Zira ben zaferi görmedikçe ölmeyeceğim , dedi. Bu yönüyle o , Hak’ ka yürürken bile İslam’ ın izzetini düşünecek kadar bir keyfiyet insanı olduğunu gösteriyordu. Çok geçmeden bulunduğu yere amcası ve kayınpederi Hâris İbn Hişam da getirilmişti. O’ da ağır yaralıydı. Ağır yaralıydı ama onun derdi de farklı değildi. Sanki bayram yerine gider gibi bir neşve içindeydi. O’ nun gönlü de hep İslam’ ın izzetiyle doluydu. Gözlerinin içi üyordu. Yanında son demlerini yaşadığını gördüğü damadına döndü ve ;
- Müjde , dedi. ( c.c. ) bize zafer nasip etti.
Bu Hz. İkrime’nin (r.a. ) beklediği müjdeydi ve bu müjdeyi alan Hz. İkrime’ nin (r.a. ) ayağa kalkmak istediği görüldü. Ayağa kalkmak için yanındakilerden yardım talep ediyordu. Üzerinde huzurda bulunmanın hassasiyeti vardı. Bellik ki Resûlullah ( s.a.v. ) temessül etmişti. Büyük bir ihtiramla ve güçlükle kıpırdattığı dudaklarından şu cümleler döküldü ;
- Yâ Resûlullah ( s.a.v. ) , sana vermiş olduğum sözü yerine getirebildim mi ? Rakîb – i Muhâcir’ in sana verdiği sözü yerine getirdi mi ?
Müthiş bir muhasebeydi bu. Yemen’den geldiği gün Resulu’ ne ( s.a.v. ) verdiği sözü hatırlıyordu. Âlem şahit ki o , bu sözü yerine getirmişti. Yine de boynu bükük duruyordu. Halinde “ Kendimi affettirmiş olarak huzuruna gelebilir miyim ? ” dercesine bir duruş hakimdi. Kendini hala bırakmamış , olması gerektiği yerde duruyor ve Yüce Dergah’ a yöneliyordu ; Hz. Yusuf ( a.s. ) misali :
- ’ ım , canımı müslüman olarak al ve beni de sâlih kullarının arkasına ilhak et , diye dua ettiği duyuldu.
Aynı zamanda bu dünya kelamı adına onun son cümlesiydi. Şehâdet şerbetini içmek üzere olduğu bu demlerde , canı su istemişti ; Rahmet – i Rahman’ la serinlemek üzereyken belli ki dünyadan son nasibinin de bir yudum su olmasını murad ediyordu. Onun bu arzusunu duyan ve aynı talepte bulunupta kendisine bir matara uzatılan amcası ve kayınpederi Hâris İbn Hişam , ağzına götürdüğü matarayı :
- Bunu ona verin , diyerek yeğeni ve damadı Hz. İkrime’ ye (r.a. ) götürmelerini söyleyecekti. Kendisine uzatılan bu matarayı tam dudaklarına götürmüştü ki , ilerden bir başkasının da aynı dertten muzdarip olduğunu ifade eden sesi yükseliyordu :
- Su !...
Gözünün ucuyla sesin geldiği yöne baktı. Sesin sahibi diğer amcası Ayyaş İbn Ebi Rebia idi. Hz. İkrime’nin (r.a. ) susuzluktan çatlayan dudakları da hareket ediyordu. Eğilip ne dediğini anlamak istediklerinde onunda :
- Bunu ona götürün , dediğini duyacaklardı. Son talebini de yerine getirmiş , uzattığı matarayı Hz. Ayyaş’ a götürmüşlerdi. Ancak artık çok geçti. Zira Hz. Ayyaş , son nefesini vermişti. Matara elde kalakalmıştı. Bari öncekiler deyip Hz. İkrime (r.a. ) ve Hz. Haris’ in yanına geldiklerinde onlarında aynı durumda olduklarını göreceklerdi. O gün Hak’ ka yürürken bile fedakarlık adına dünyaya ders veren Yermük’ ün kahramanları çoktan pervaz etmiş , dünya ile ukbânın arasındaki o incecik perdenin öbür tarafına geçmişlerdi. Şehit olduğu gün Hz. İkrime (r.a. ) , 62 yaşındaydı.
Cenab- ı ; İslam’ ın ve Resûlu’ nun ( s.a.v. ) bir zamanlar azılı düşmanlarına böyle iman nasip etmişti. ( c.c. ) ne büyüktü...
ALINTI