Mnela'nın Denizi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Mnela'nın Denizi

Yaradanına sevdalı yürekler...

Dareyn Dergisi 31. Sayı Yayında!
 
 
Allah'ın kahretmediğini görüp şaşırma!
Mühlet verdiğini düşün ve ürper!
 
 

Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

Allah (c.c.) İçin Allah (c.c.) Demek...

Aşağa gitmek  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

1:) Allah (c.c.) İçin Allah (c.c.) Demek... C.tesi Ocak 24, 2009 2:09 pm

SideLya

SideLya
Bronz Üye

Bronz Üye

Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez arkadaşı anlatıyordu onun halini:
-Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim diyordu yemiyor içmiyor işi gücü gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kâr etmiyor son bir çare diye geldik size. Halbuki "sen bir garip çobansın o padişahın kızı davul bile dengi dengine" dedim ya dinlemiyor efendim ama herhalde aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar değil mi efendim...
İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş iskeletinin üstüne deriden bir zırh giydirilmişcesine zayıf çelimsiz saçı sakalına karışmış uzaklara dalıp dalıp giden* gözlerinde aşktan gayrısı kalmayan diğer çobanı süzüyordu. Sonra bir ah çekti yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren delikanlıya çevirip tebessüm etti...
- Kolay evlat kolay dedi çaresizseniz çaresizsiniz. Ve
tane tane anlatmaya başladı.İki genç çobanın çökmek üzere olan bu kulübesinde dertlerine derman aradıkları ihtiyar adam aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı her meselesini danıştığı bir bilge idi. Yıllar önce padişah kendisini tanıyıp sevdiğinde bir tek şey istemişti ondan; burada yaşamaya devam edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim olduğunu. O günden beri de bu kulübede yaşıyar gelen geçene ikram edip gül alıp gül satıyordu. Padişahın kızının aşkıyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki kadim dostu nereden bilsindi bu garip ihtiyarın padişahın gönlüne sultan olduğunu.Aşık genç ihtiyar adamın anlattıklarını dinledikten sonra her şeyin bittiği anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemiz teslimiyetiyle:
- Sahiden bu kadar kolay mı efendim dedi yani o mağarada elimde tesbih kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim* onunla evlenebilir miyim?
- Evet dedi bilge kırk gün o mağarada gece gündüz Allah diyeceksin kırk gün sonra padişahın kızı senindir...
İki dost hemen yola çıktılar aşık çobanın yüzüne kan dizlerine derman yüreğine yeniden can gelmişti. Arkadaşına sarılıp elinde tesbih gönlünde aşk yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm mağaranın yolunu tuttu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü dualar etti gözlerini kapattı kalbini padişahın kızına bağladı eline tesbihi aldı ve dudakları
kıpırdamaya başladı: Allah Allah Allah...
Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tespih taneleri gibi
kovalayadursun mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan sarmıştı. Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah diyen gençten bahsediyordu. Cami çıkışında ihtiyarlar çeşme başında kadınlar tarlada işçiler top oynarken çocuklar herkes onu konuşuyordu:
- Şu karşı mağarada bir genç varmış kendini Allah´a adamış gece gündüz
durmadan Allah diyormuş Allah Allah..."
Aşık dostunun ne halde olduğunu merak eden genç çoban mağaraya geldiğinde üç hafta geride kalmıştı bile. Bizimkinin gözleri kapalıydı dudaklarının da kıpırdamadığını görünce uyuyakaldı herhalde diye düşündü. Tespih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam ettiğini görünce de bu nasıl uyku diye sordu kendine. Bu sırada gözlerini açan genç adam karşısında arkadaşını görünce günlerdir yalnızlığıyla paylaştıklarını birbiri ardına anlatmaya başladı: Kırk günün yarıdan fazlası geçmişti o durmadan Allah diyordu* ama ne padişahın kızı vardı ne bir haber ne bir ümit kırıntısı... Acaba diyecek oluyor yutkunuyor hayır diyor tespihine bakıyor bir kalp gibi atan sağ el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor
avuçlarını sıkıyor gözleri doluyordu. Vedalaştılar. Ayışığında dostunun gözlerine yayılan başkalık dikkatini çekmişti genç çobanın...
Aşık çoban yeniden eline tesbihini aldı gözlerini kapattı boynunu neye bağlayacağını bilemediği kalbine doğru büktü dudakları kıpırdamıyordu artık sustu gece mağaranın duvarları sustu tükendi her şey hiç tükendi an bitti sadece bir söz kaldı: Allah...
Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala mağaradaki dervişin namı bütün ülkeyi sarmış nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmuştu. Meselenin aslını merak eden padişaha bu insanların bir yerde sürekli kalmadıklarından bulundukları mekâna bereket getirdiklerinden ne yapıp edip bu dervişi ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun uzun bahsetti başveziri. Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah nasıl yapması gerektiğini bilemediği bütün zamanlarda yaptığı gibi dağ kulübesinin yolunu tuttu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarın önünde. Derdini anlattı derman diledi. Sarayının yanına bir saray yaptırmaktan o dervişi veziri yapmaya* sancak-tuğ vermeye kadar saydığı her şey bilgenin:
- Hünkârım gönül erleri mala-mülke makama-mansıba itibar etmezler
demesiyle son buldu...
Kaderdi bu padişahlarla köleleri aynı eteğin önünde diz çöktürür birinin derdini diğerine derman eyler ikisini de aynı tebessümle bahtiyar ederdi.
Güldü ihtiyar:
- Neden kerimenizin nikâhını teklif etmiyorsunuz sultanım dedi. Şaşırma sırası padişaha gelmişti...
- Nasıl yani diyebildi bu şerefi bize lütfederler mi kabul ederler mi?... Kırkıncı günün güneşi batmak üzereydi genç aşığın mağarasının üstünden...
Padişah ve ihtiyar bilge en önde arkalarında vezirler onların arkasında halktan meraklı bir kalabalık ve en arkada da olup bitenlere bir mana vermeye çalışan aşık çobanın arkadaşı mağaraya doğru yürümeye başladılar. Bu arada bizim aşık kendinden öylesine geçmiş tesbihiyle öylesine bir olmuştu ki gelenler içeri girseler ve bir tesbihten başka bir şey bulamasalar şaşırmazlardı...
Padişah edepte kusur etmemeye çalışarak içeri girdi ellerini birbirine bağladı duyulması güç bir sesle;
- Efendim dedi sizi ziyarete geldik...
Yavaşça başını çevirdi aşık sonra bütün vücuduyla döndü gözlerinde en ufak bir şaşkınlık emaresi yoktu sapsarı bir heykel gibiydi. Herkes heyecan içinde. Vezirler halk genç çoban mağara tespih sessizlik duvar... Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş kafasını mağaranın içine doğru uzatarak olan biteni görme telaşındaydı.Padişah meramını anlattı türlü tekliflerde bulundu. Ne saray ne vezirlik ne tuğ ne de sancak hiç birinde gözü yoktu dervişin...
- Efendim diyebildi en son sessizce benim bir kızım var efendim zat-ı âlinize layık değil belki ama lütfeder nikâhınıza alırsanız bizi bahtiyar edersiniz...
Kırk günlük çile nihayet bitmiş olmaz denilen olmuştu. İşte aşık maşukuna kavuşacak murad hasıl olacaktı. Bizimkinin arkadaşı sevinçten ağlıyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun cevabı verilsin diye yaratılmıştı. Sessizlik ilk defa bağırmak haykırmak istiyordu ve bütün gözler genç adamdaydı...
Usulca doğruldu oturduğu yerden etrafını şöyle bir süzdükten sonra gözlerini padişahın gözlerine dikti sarhoş gibiydi. Kendinden emin bir ifadeyle:
- Hayır dedi kızınızı istemiyorum...
Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıverdi. Padişah mahzundu halk hayret içindeydi vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor bilge tebessüm ediyordu. Aşık çobanın genç arkadaşı yaşlı gözlerini silip birden ileri atılarak bozdu sessizliği. Dostunun yanına geldi kulağına eğilip:
- Sen ne yapıyorsun* dedi kırk gündür bu çileyi ne diye çektinsen neyi reddettiğinin farkında mısın?...
Güldü aşık çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
- A dostum dedi ben kırk gün padişahın kızı için Allah dedim. Allah padişahla vezirlerini ayağıma getirdi. Ya bir de Allah için Allah deseydim...




http://askimakber.blogcu.com

Sayfa başına dön  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

Similar topics

-

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz