Mnela'nın Denizi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Mnela'nın Denizi

Yaradanına sevdalı yürekler...

Dareyn Dergisi 31. Sayı Yayında!
 
 
Allah'ın kahretmediğini görüp şaşırma!
Mühlet verdiğini düşün ve ürper!
 
 

Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

Şubatlara rağmen, bahar sabahlarına umut bağlayanlar...

Aşağa gitmek  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

mirkat


Üye
Üye

Bir yaz gününde, sararmış buğday gibi hüzünle eğilse de boyunları, çorak toprak misali çatlayan bedenine bir su damlasının saplanmasına özlem duysalar da; Onlar Uhud’un kan rengi çiçekleri, kerbela’nın susuz civanları ve bedrin atsız kahramanlarıydılar. Mazlum coğrafyanın bağrı yanık evlatları…

Sahibini arayan notlar…



Bir seher vakti esen meltemlerin serinliğiyle iç çekip yola düşen garipler kervanının öyküsüdür bu.



Bazen sıcak bir çay esnasında devam eden muhabbetlerine tanık olurdunuz, bazen de uhrevi esintilere ve şehadete ayarlı sohbetlerinde bulurdunuz kendinizi.



Zifiri karanlıkta kalmışları, ukba hasretiyle hakikat kıvılcımlarıyla; nehirlerin, dağların ötesine, âlemlerin öte ucuna, cennet vadilerine çağıran doğruların muştusuydu boğulmak istenen.



Bu özgürlüğe âşıkların ve aşksız ruhların kavgasıydı... Ruhsuz bedenlerin güneşin doğuşuna perde çekmek için uğraşları ve sevda yağmurlarıyla sulanan, ağlayan papatyaların güneşe özlemlerine olan kavgasıydı. Onlar dillerinde kelime-i tevhidi terennüm eden tek bir insana kin ve nefretle bakmazlar, kardeşlerim deyip bağrına basarlardı.



Dava da aşk ve samimiyet varsa varız dediler. Ve arkalarına bakmadan yürüdüler; zordu, engebeliydi, inişli çıkışlı patikaları ve kayaları yarıp geçmek vardı bu zor yolculukta, nehirleri aşmak gerekti. Aştılar, aşmak için çaba içinde oldular.

Ötelerle köprü kurdular ve üzerine umud bağladılar. Umud ipine dayanıp ölümcül dereleri bir bir aştılar.



Kimisi dayanamayıp umud vadeden inanca, lavlardan daha da korkunç ve yakıcı, gök gürültüsüne denk çığlıklara hayır deyip çektiler ellerini ipten, kimileri de yanan avuçlarına birkaç damla rahmet oluğu bırakıp serinlik ve esenlik yurduna adım atmaya devam ettiler.



Evet, şubatlara rağmen, önce özgürlük şulesi örtülerini dalgalandırdılar, beyaz güvercinin paklığıyla menzile doğru kanat çırptılar bu davanın beyaz umutlarıydılar, bu yolun yiğitleri kanayan yürekleriyle, dertli sineleriyle, uykusuz geceleriyle tozpembe hayallerin için de boğulmadan, dünyayı ahretin tarlası addedip, mahsullerini, azıklarını ve bedenlerini kan emen toprağın bağrına bıraktılar.



Yılmadıklarını ve yola devam dediklerini duydu herkes, büyük bir kararlılıkla çıkmıştı bu ses.

Etrafta kalmamışsa da tek bir fert, yüreklerini yakıyorsa gönül bağlarına sinen dert, Şehit olup düşse de bağrına toprağın; evet “ Hayye Alel İslam! ‘İslam’a koşunuz’ “ deyip yürüyeceklerdi…



Ve Davanın ölümsüz çiçekleri, yürek yüreğe verip, bizler şubatın zemherisine rağmen, doğrulmak için, davanın çilesine yürek vermek için çıktık bu beyaz ve engebeli yola dediler tek tek.



Deli çınar gibi dimdik ayakta kalarak özgürlüğe kanat çırpan kuşlarla aynı kulvarlar da yol tepmeye başlamışlardı, güneşin kızılımsı renge bürünüp gecenin gündüzü örtmesine dek. Ama gecenin içinde bir diriliş muştusuyla parlayacaktı davanın bin bir berzah öteden parlayan kandilleri. Bülbülle aynı şarkıyı terennüm edip, gülle aynı hasretliği çekeceklerdi. Mem ile aşkın son raddesine boyun verip pas tutmuş taş duvarlı zindanlar arasında sevgi dokuyacaklardı, zin ile tarihe akıtacaktı memin varlığına adadığı karanfil kokulu sevgisiyle bedenini suyun azgın diline…



Deli çınar gibi dimdik ayakta durabilmek; Kasırgalara, sellere, kopan tufanlara, felaketlere rağmen, esen poyrazlara aldırış etmeden, yıpranma, ölme pahasına duruşunu inadına, inancına devam ettirmek… Bu kara sevdaya müptela olanların işiydi...



Biliyoruz ki ramak kalmıştı güneşin gün yüzüne çıkmasına, aydınlığın karanlığı boğmasına.



Ve bir sevda ile çıkmışlardı bu yola. Çıkışları ölmeye aday olan, sevda çiçekleri, davanın koparılan gülleri, papatyaları idiler. Ölümüne bir aşk idi, dağ misali ağır, yüreklerini deli edercesine konmuştu gönül kafesine.



Rutinleşmiş bir yaşam değil, zihinleri küf tutmuş, ömürlerine rehavet konmuş yüreklerin değil, ölüme vuslat penceresi gibi koşan adamların kavgasıydı bu. Ölmek için değil dirilmek için yarışanların kavgası… Yastıklarının altında biriktirdikleri gecelerin hesabını yapanların öyküsünün ismiydi bu.



Bir yaz gününde, sararmış buğday gibi hüzünle eğilse de boyunları, çorak toprak misali çatlayan bedenine bir su damlasının saplanmasına özlem duysalar da; Onlar Uhud’un kan rengi çiçekleri, kerbela’nın susuz civanları ve bedrin atsız kahramanlarıydılar. Mazlum coğrafyanın bağrı yanık evlatları…



Memleket dedikleri yer, inancı özgürce yaşayabildikleri ve öze koşabildikleri coğrafyanın ismiydi… Hakikatin dağına taşına işlendiği, ağaçların sesine aşina oldukları bir müezzinin yürek yakıcı nidasının yankılandığı yerdi. Dağların ses verdiği ve beraberce haykırdığı yüreklerin nabız atışına toprağın şahit olduğu yerlerdi. Ezanların diriliş ruhunu yansıttığı ve okunduğunda ruhların selsebil yurdunda peygamberin halkasında zemzem suyunu yudumladıkları günler geçirirlerdi. O anda kıyam ve diriliş muştusunun dört bir tarafa dalga dalga yayıldığı anlara şahit kesilirdiniz.



Dört duvar arasında gün sayan değil, hakkın şahitliğini kazıdıkları beton yığınlarında günler bıraktılar geriye. Mahzenlerin soğukluğuna aldırış etmeden, demir parmaklıklar arasında umud yağdırdılar güneşin sıcaklığına denk. Karın yağışındaki safiyet vardı rüyalarında. Ak umutlar yağdırmışlardı buhranlı kalplere sinen loş düşünceler üzerine.



Yaraları gece yarıları kanar ve beyaz lalelerin üzerine sızar, laleleri kan ile sularlardı. Ama gündüzleri umut vadilerinde dik duruşlu heybet verici civanmertler görürdün. Onlar gecelerine gözyaşını konuk edip uzun gecelerin ay ışığında dua saatleri ve ALLAH ile buluşma demleri tertiplerlerdi, arkalarında ıslak seccadeler ve yüreklerinde kor bir ateş bırakırlardı.



Onlar çağın özlemle beklediği, tarihin şahitlik etmek için çırpındığı, ulu ruhlu iman kalesinin suskun ve deli yürekli, hınçlı ve kahırlı sineli insanlarıydılar.

Muhacir ERKAM

Sayfa başına dön  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

Similar topics

-

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz