Eylül Edebiyatı
Eylül, 12 ayın en sancılısı, büyük bir dönüşümün habercisidir. Yaz geri çekilmeye, Güz öne çıkmaya başlar. Yoğun bir hazırlık görülür doğada: Göçmen kuşlar gökyüzünde toplanma provaları yaparlar; ağaçlarda rüzgârın sesi, özsunun yönü değişir; gün hafifler, gece iyiden iyiye serinler, rüzgâr denizin yüzünü taramaya koyulur: Hemen farkedilmese bile, renkler yeni tonlarla buluşur.
Eylülün sancıları, öteden beri, Edebiyat’a da yansımıştır. Bu yüksek hareket temposu, yazarların dünyasında bir dizi iç hareket yaratmıştır. Mehmet Rauf’un “Eylül”ü tipik bir örnektir: Yeni mevsim insanın dışında mı doğar, içinde mi, artık kestirmek güçtür.
Ahmet Hâşim, Cenab Şahabeddin’in “Temâşâ-yı Hazân” başlıklı şiiri 1897’de Servet-i Fünûn’da yayımlandığında, bu şiire kadar “muasır Türk edebiyatında sonbahar, ilâç ve pamuk kokulu tatsız bir hastane mevsimi idi” yargısını getirmişti. Gerçekten de modern bir çıkış mıydı Cenab’ınki?
“Dökülürken hep, âh o yapraklar
Gamlı hemşireler gibi araşır,
Öyle hemşireler ki gam yaraşır.” gibi dizelerine rağmen köhne bir şiirdir bu ve Eylül, asıl, o şiiri ve Hakkı Tahsin’in “Kızıl Turna”sını en güzel güz şiiri sayan Hâşim’in kendi yapıtıyla yeni bir duyarlıkla karşılaşır:
“On beş senedir, ufka güneş kanlı düşerken:
Tenhâ ovadan, boş dereden, akşamın erken
Hüznüyle susan meşcerelerden gam-ı eylül
Bir gölge yaparken...” diye uzayıp giden “Hazân” şiiri gerçek açılım simgesidir. Hemen yanıbaşında, Yahya Kemal’in ünlü “Eylül Sonu” durur:
“Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.”
Yenilikçi Türk şiirinde eylül, ağdalı Osmanlı edâsından silkinir, biraz Simgeciliğin, biraz da yerlileşmiş bir Romantizmin etkisiyle sonbahara özgü duygu çağrışımlarıyla donanır: Hüzün, gam, keder, yeniklik, içekapanış gibi imge alanlarında yazın sona erişiyle ilgili gözlemler şiire yüklenir.
Cahit Sıtkı, barışla bir tuttuğu yazın ardından güzün gelişini savaş ortamıyla özdeşleştirir neredeyse, “Böyle mi gelecektin Eylül?” diye hayıflanarak sorarken. Faruk Nazif’de de hazin bir son olarak işlenir yaz mevsiminin sonu: “Eylül sonunda ruhunu teslim eden heves”ten söz eden şair, güzün hazırladığı hızı karanlığın ta kendisi sayar.
Bir sonraki kuşağın öncü şairi Attilâ İlhan, eylülü ölümün hizasına taşır ve sonbaharı melankolisinin çekirdeğine taşır: “Eylül şehirleri yağmurlu gürültülerle alır yerlerini” ve kaptanın şiirini sarıp sarmalarlar:
“eylül’deki yazın son birkaç serin günü
hatırlatır sonbaharın ufuktan göründüğünü
yelkenleri paramparça bir gemi gibi
İnsan sonbaharda düşünür nedense ölümünü
ölüsünü sararmış yaprakların örttüğünü
dergilerde unutulmuş bir kavga resmi gibi”
II. Yeni’nin eylül şairi Edip Cansever’dir. Onun katışıksız hüznü, safkan içsıkıntısı sonbaharda billûrlaşır ve şiirinde otağını kurar. “Eylülün Sesiyle” söze girer Cansever:
“Her şey o kadar dokunaklı ki
Eylülsen, istemeden kırılıyorsan bazan.”
Şiirin, bir tek şiirin özgül bölgesi, coğrafyası, takvimi mi sayacağız Eylül’ü? Değil: Yazsonu, Tanpınar’ın “Fal” hikâyesinden Adalet Ağaoğlu’nun romanına ilerleyen dargın bir ortamdır. Ferit Edgü, Çakır’ının hikâyesine “Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı” diyerek başlar, kitabının ortasında. Sait Faik, her eylül ayında, son kuşları avlayan Konstantin ile zonklar. Selim İleri’nin, “Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın” romanının eylül sayfalarından yoğun reçel kokusu sızar.
Büyük, sonsuz bir sarıdır Eylül. İçimizden yaprakları toplar ve savurur. Yağmurları çağırır ve örgütler. Yeni bir kışın, bir başka baharın, bir sonraki yazın umudunu taşır, besler.
“Eylül, ölçüsüz bir malûl”.
[enisbatur.org]
Eylül, 12 ayın en sancılısı, büyük bir dönüşümün habercisidir. Yaz geri çekilmeye, Güz öne çıkmaya başlar. Yoğun bir hazırlık görülür doğada: Göçmen kuşlar gökyüzünde toplanma provaları yaparlar; ağaçlarda rüzgârın sesi, özsunun yönü değişir; gün hafifler, gece iyiden iyiye serinler, rüzgâr denizin yüzünü taramaya koyulur: Hemen farkedilmese bile, renkler yeni tonlarla buluşur.
Eylülün sancıları, öteden beri, Edebiyat’a da yansımıştır. Bu yüksek hareket temposu, yazarların dünyasında bir dizi iç hareket yaratmıştır. Mehmet Rauf’un “Eylül”ü tipik bir örnektir: Yeni mevsim insanın dışında mı doğar, içinde mi, artık kestirmek güçtür.
Ahmet Hâşim, Cenab Şahabeddin’in “Temâşâ-yı Hazân” başlıklı şiiri 1897’de Servet-i Fünûn’da yayımlandığında, bu şiire kadar “muasır Türk edebiyatında sonbahar, ilâç ve pamuk kokulu tatsız bir hastane mevsimi idi” yargısını getirmişti. Gerçekten de modern bir çıkış mıydı Cenab’ınki?
“Dökülürken hep, âh o yapraklar
Gamlı hemşireler gibi araşır,
Öyle hemşireler ki gam yaraşır.” gibi dizelerine rağmen köhne bir şiirdir bu ve Eylül, asıl, o şiiri ve Hakkı Tahsin’in “Kızıl Turna”sını en güzel güz şiiri sayan Hâşim’in kendi yapıtıyla yeni bir duyarlıkla karşılaşır:
“On beş senedir, ufka güneş kanlı düşerken:
Tenhâ ovadan, boş dereden, akşamın erken
Hüznüyle susan meşcerelerden gam-ı eylül
Bir gölge yaparken...” diye uzayıp giden “Hazân” şiiri gerçek açılım simgesidir. Hemen yanıbaşında, Yahya Kemal’in ünlü “Eylül Sonu” durur:
“Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.”
Yenilikçi Türk şiirinde eylül, ağdalı Osmanlı edâsından silkinir, biraz Simgeciliğin, biraz da yerlileşmiş bir Romantizmin etkisiyle sonbahara özgü duygu çağrışımlarıyla donanır: Hüzün, gam, keder, yeniklik, içekapanış gibi imge alanlarında yazın sona erişiyle ilgili gözlemler şiire yüklenir.
Cahit Sıtkı, barışla bir tuttuğu yazın ardından güzün gelişini savaş ortamıyla özdeşleştirir neredeyse, “Böyle mi gelecektin Eylül?” diye hayıflanarak sorarken. Faruk Nazif’de de hazin bir son olarak işlenir yaz mevsiminin sonu: “Eylül sonunda ruhunu teslim eden heves”ten söz eden şair, güzün hazırladığı hızı karanlığın ta kendisi sayar.
Bir sonraki kuşağın öncü şairi Attilâ İlhan, eylülü ölümün hizasına taşır ve sonbaharı melankolisinin çekirdeğine taşır: “Eylül şehirleri yağmurlu gürültülerle alır yerlerini” ve kaptanın şiirini sarıp sarmalarlar:
“eylül’deki yazın son birkaç serin günü
hatırlatır sonbaharın ufuktan göründüğünü
yelkenleri paramparça bir gemi gibi
İnsan sonbaharda düşünür nedense ölümünü
ölüsünü sararmış yaprakların örttüğünü
dergilerde unutulmuş bir kavga resmi gibi”
II. Yeni’nin eylül şairi Edip Cansever’dir. Onun katışıksız hüznü, safkan içsıkıntısı sonbaharda billûrlaşır ve şiirinde otağını kurar. “Eylülün Sesiyle” söze girer Cansever:
“Her şey o kadar dokunaklı ki
Eylülsen, istemeden kırılıyorsan bazan.”
Şiirin, bir tek şiirin özgül bölgesi, coğrafyası, takvimi mi sayacağız Eylül’ü? Değil: Yazsonu, Tanpınar’ın “Fal” hikâyesinden Adalet Ağaoğlu’nun romanına ilerleyen dargın bir ortamdır. Ferit Edgü, Çakır’ının hikâyesine “Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı” diyerek başlar, kitabının ortasında. Sait Faik, her eylül ayında, son kuşları avlayan Konstantin ile zonklar. Selim İleri’nin, “Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın” romanının eylül sayfalarından yoğun reçel kokusu sızar.
Büyük, sonsuz bir sarıdır Eylül. İçimizden yaprakları toplar ve savurur. Yağmurları çağırır ve örgütler. Yeni bir kışın, bir başka baharın, bir sonraki yazın umudunu taşır, besler.
“Eylül, ölçüsüz bir malûl”.
[enisbatur.org]