Fetih ve 21 Yaşında "Fatih" Olmak
“Konstantiniyye elbet bir gün fetholunacaktır; O’nu fetheden komutan ne büyük komutandır, O’nu fethedecek asker ne güzel askerdir.”
Bu gün Anayasamıza göre, Devlet Başkanlığı (Cumhurbaşkanlığı) için 40 yaşını doldurma şartı var iken, daha 2006 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile milletvekilliği yaşı 30 ‘dan 25’e düşürülmüş iken, düşünüyorum da 19 yaşında tahta geçeceksiniz, 21 yaşında Konstantiniyye’yi fethedip, dünyanın en uzun süreli devletlerinden birini tarihe gömüp İstanbul’un “ Fatih’i” olacaksınız.
Babası Sultan II.Murat’ın daha 12 yaşında tahtı kendisine devrettiği 1444 yılında Varna Seferi düzenlendiğinde de "Eğer padişah sen isen ordunun başına geç, eğer padişah ben isem emrediyorum ordunun başına geç" sözü ile, henüz çocuk yaşta iken, düşündürücü ve zeka dolu bir paradoks sunan “Fatih’i ve Fatihleri” yetiştiren sistemi iyi tanımamız lazım.
II.Mehmet’in “Fatih” olabilmesi için taşıdığı ruhu, aldığı eğitim ve öğretimi bilmemiz gerekir. Babası Sultan II. Murat çocuk doğar doğmaz: “Ya Rabbi, İstanbul’un fethini bana nasip etmezsen bari şu beşikteki çocuğa nasip et.” diye samimi dua ve yakarışlarını Allah’a sunmuştur. Çocuğun doğduğu evde, uyuduğu beşikte hep İstanbul’un sözü edilmekte, İstanbul’un alınacağı sözünün edilmediği bir gün bile geçmemektedir.
Bu çocuğun aldığı eğitim ve öğretimin önceliği İstanbul’un fethi üzerine olmuştur. Çünkü bu şehrin alınacağını çağlar ötesinden Peygamberimiz (s.a.v.) haber vermiştir. II.Mehmet’e eğitim ve öğretim veren ister sivil hocaları olsun, isterse askeri hocalar olsun bu işin farkındadırlar. Öğretim ve eğitim gördüğü ortamlarda da İstanbul'dan söz edilmektedir. II. Mehmet’i “Fatih” yapan taşıdığı ruh ve aldığı eğitimdir. II. Mehmet’e İstanbul’u alacak gözüyle bakılmış, çocuğa aldığı eğitimle İstanbul’u alma öğretilmiştir. II. Mehmet’te büyütüldüğü ve yetiştirildiği amacı gerçekleştirmek için taşıdığı İstanbul’u alma ruhunu hiçbir zaman terk etmemiş, sonunda da onu gerçekleştirerek, bu güne kadar hiç bir kimsenin yapamadığı plan ve teknikleri de uygulayıp “İstanbul Fatihi” olmuştur.
II. Murat’ ın Hüma Hatun'dan olan oğluydu O. Molla Gürani, Molla Hüsrev, Hocazâde, Hizir Bey Çelebi, Ali Tusî, Molla Zirek, Sinan Pasa, Molla Lütfi, Fahreddin-i Acemî, Hoca Hayreddin gibi ilim, irfan ve sanat erbabı, bilginlerinden özel dersler alarak yetişti. Çocuk yaşta Manisa Sancakbeyliği’ne atanınca, hocaları ve danışmanlarıyla birlikte Manisa’ya gitti.
İste genç hükümdar, çocuk yaşından itibaren böyle bir muhit ve bu anlayışta bir hoca ve danışman kadrosu tarafından çevrelenmiştir. Bu halkanın tam merkez yerinde, hepsinden imtiyazlı ve hepsinden cesaretli bir hocası daha vardır ki, tek başına gözünü hükümdara dikmiş olan bu meydan erinin adı Akşemseddin idi. İlme olan bağlılığının, Konstantiniyye sevdasının yanı sıra onu aynı zamanda bir manevi insan yapan, hocası Akşemseddin'di. Akşemseddin, öylesine büyük bir alimdi ki, diğer tüm alimler Fatih'in karşısında erirken, Fatih, hocası Akşemseddin'in karşısında eriyordu. İla – yı kelimetullah aşkını, peygamber sevgisini, padişah olmasına rağmen aşkını, hasretini Fatih'e aşılayan mübarek insandı. Fatih ve Akşemseddin, ila – yı kelimetullah yolunda, Feth-i mübin kalesine doğru omuz omuza yürüyen iki gönül insanıydı. Fatih en ufak bir tereddüde düştüğü anlarda hocası hep onun yanında olmuş ona destek vermiştir. Genç şehzade Konstantiniyye'yi fethetmeyi çok istiyordu. Acaba Konstantiniyye'yi fethedebilecek miydi? Bu düşünce ile nefes alıp veriyordu. Bir gün bu tereddüdünü hocasına açar, Akşemseddin ona şöyle der: ''Tasa etme, Konstantiniyye'yi alacaksın.'' Hocası boş söz söylemez, olmayacak şeylere bel bağlamazdı. İşte bu sesti, en olumsuz anlarda Fatih'in kulaklarında yankılanıp da onu ümitsizliğe düşmekten kurtaran...
Fatih, bir miğferi koruduğu başla beraber ikiye bölecek kadar kol kuvvetine sahip olduğu gibi, dağ tepelerinde 13 kantar atacak top döktürebilecek, karadan 70 kadar gemiyi yürütme kudreti gösterecek, en sıkışık anlarda savaş alanında yağlı paçavralı mermiyi icat edecek kadar buluşçu, 30 yıl kılıcı mermiyi bırakmadan idare ettiği orduya mağlubiyet yüzü göstermeyecek kadar askerlik hünerine sahip, hiç denizciliği olmayan bir milleti birkaç yıl içinde dünyanın en büyük deniz gücüne sahip kılacak kadar muktedir, bir devletin her ihtiyacına yetecek kanunlar vazedecek kadar görüş, seziş ve idare gücü olan bir devlet adamıydı.
Peki böylesine derin bir ruh insanını, böylesine her yönden bir derya olan padişahı yetiştiren unsurlar nelerdir acaba? Bu büyük insanın ortaya çıkmasında Allah vergisi dehası ve kabiliyetlerinin yanı sıra, annesi Hüma Hatun, babası II. Murat ve hocalarının da kattığı değerler var elbette. Henüz çok küçük yaşta iken çevresi tarafından hep kulağına fısıldanan fetih menkıbeleri, dinlediği Feth – i Mübin ninnileri, körpe dimağına, ruhuna nakşedilecek, ileride büyük bir Konstantiniyye sevdası olarak meyvesini verecekti.
Şehzadenin annesi Huma Hatun da babası II. Murat da tam bir şehzadeye yakışır şekilde onunla ilgilenmişler, gerektiğinde otorite kurarak şefkat-otorite dengesini sağlayabilmişlerdir. Şehzade çok küçük yaşta babasıyla birlikte, II.Murat'ın müdavimi olduğu ilim meclislerine katılmıştır. Karakterine işleyen buluşçuluğun tohumlarının bu meclislerde atıldığını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Beş yaşında tahsile başlayan veliaht Mehmet bilhassa Manisa’da geçirdiği şehzadelik devresinde zamanın ünlü ve liyakatli âlimlerinden Astronomi, fen bilimleri, Matematik, Tarih, Edebiyat, Felsefe (Kelam) dersleri yanında dinî ilim tahsil etme imkânı bulmuştur.Ayrıca yedi yaşına geldiğinde, şehzade pek çok dil bilmekteydi. Ünlü Osmanlı Tarihçileri Franz Babinger ve Uzunçarşılı’nın belirttiğine göre, Babası Sultan Murad 13 Şubat 1451'de ölünce 19 yaşında tahta geçen ve iki yıl sonra "Fatih" olan Mehmet'in aldığı eğitim sonucundaki durumu şöyledir: “Anadili Türkçe'nin yanında Yunanca, Arapça, Latince, Farsça ve İbranice’yi kusursuz şekilde konuşuyordu.”
Genç şehzade 19 yaşındaydı. Babası II. Murat'ın vefatıyla ikinci kez tahta geçmişti. II. Mehmet. Ve işte artık padişahtı. Osmanlı'nın altın devri başlıyordu. Artık Konstantiniyye onu bekliyordu. Çocukluğundan beri hayali ile yaşadığı Konstatiniyye “Ya fethedilecek, ya fethedilecekti.” Bizzat kendisinin icat ettiği “Şahi topları ve çağının en teknolojik ordusuyla” İstanbul surları önündeydi artık.
Tarihte defaatle kuşatılan, Osmanoğlu’nun altı kez kuşattığı İstanbul, muhteşem hazırlıklardan sonra 6 Nisan 1453 tarihinde kuşatma altına alınmıştı. Fethin gecikmesi üzerine bir taraftan sabırsızlanan, bir taraftan da “Ya ben İstanbul’u alırım, Ya İstanbul beni” sözleri ile kararlılığını ortaya koyan Fatih, donanmadan faydalanmak için de 22 Nisan gecesi yaklaşık 70 parçalık kadırgayı kızaklarla karadan Haliç’e indirerek 29 Mayıs’ta bir çok milletin rüyası, hülyası ve ideali olan bu şehri ele geçirir, fethin sembolü Ayasofya’nın kıyamete kadar cami olarak kalması için muhteşem vakfiyesini yazdırır. Bu gün Ayasofya mahzun iken, bu gün Laiklik adına, Müslümanların Din hürriyeti baskı altına alınırken, o gün Fatih’in “Bütün Ortodokslar himayem altındadır.” çağrısı ne kadar da manidardır.
Tarihi kaynaklar, çağ açan, ikisi imparatorluk, altısı prenslik, dördü krallık, beşi dükalık olmak üzere 12'si Hıristiyan 17 devlet fetheden bu büyük padişahın Roma seferine harekete geçtiği sırada, Yahudi asıllı bir doktor tarafından zehirlenerek şehit edildiğini bildirmektedir. Şehadeti sırasında 53 yaşında bulunan sultanın cenazesi daha sonra İstanbul’a getirilerek, kendi yaptırdığı Fatih camisi avlusuna gömülmüştür.Ölüm haberi duyulduğunda bütün Avrupalı Hıristiyanların ve özellikle Vatikan’ın bayram ettiği, günlerce çan çalınarak bu olayın kutlandığı bilinmektedir.
Hülasa, bu nasıl bir sistemdir ki bu gün çağdışı gördüğümüz Sultanlara altı yabancı dil (bazı kaynaklarda dokuz olarak da geçer)öğreterek, çağının önemli bir çok farklı ilmi ile donatmış, hepsinden önemlisi 12, 15, 19 yaşlarında devlet yönetme becerisi kazandırarak, 21 yaşında “Fatih ve Fatihler” çıkarmıştır.
Bu gün bilim ve teknoloji bu kadar gelişmesine rağmen, bütün Cumhuriyet Tarihi’nde hangi Devlet Başkanımızda 6 yabancı dil becerisi vardır. O zaman bin düşünerek bir söyleyeceğiz ve hakkı teslim edeceğiz. Ne Saltanata sövmek, ne de Cumhuriyet idaresine sahip olmak tek başına bir sonuç getirmiyor. Fatih’i bu büyük ideallere götüren unsur şüphesiz ilimdir. Eğitim, bir milletin en öncelikli hedefi, ideali olmalıdır. Aksi takdirde bir milletin ayakta kalması imkânsızdır. Maddî ve manevî kalkınmanın anahtarlarının insan olduğuna gönülden inanan, ilim ve irfan ordusunun komutanı Fatih; ilme, ilim ehline ve hocaya çok önem vermiştir. Fetihten hemen sonra açmış olduğu medreseler (Sahn – ı Seman) ile kültürel müesseseler bunun bir ifadesidir. Unutmayalım ki, Fatih İstanbul’u yalın kılıç bir ordu ile değil, çağının en teknik donanımlı ordusu ve iman ile fethetmiştir.
Netice itibari ile, kalkınmamızın temelinin eğitim olması gerektiğini milletçe top yekûn olarak kavramamız gerekmektedir. İlim, müminin yitiğidir. Yüce dinimizin de temel emridir. Kâinatın efendisi Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e ilk gelen âyet “oku” olmuştur. Dolayısıyla bizim en önemli görevimiz eğitim ve ilim alanında faaliyetlerimiz olmalıdır. Bu bilinci, insanımıza ve özellikle de yeni nesillere anlatmamız gerekmektedir. Bu vesileyle İstanbul’un fethinin 555. yılını kutladığımız bu günlerde fethi gerçekleştiren, Efendimiz(s.a.v)’in övgüsüne mazhar olmuş Fatih Sultan Mehmet ve O’nun şanlı askerlerini ve bütün şehitlerimizi rahmetle yâd ediyoruz. Rabbim, mekanlarını cennet eylesin, şefaatimize vesile kılsın (Amin)
Fi emanillah…
“Konstantiniyye elbet bir gün fetholunacaktır; O’nu fetheden komutan ne büyük komutandır, O’nu fethedecek asker ne güzel askerdir.”
Bu gün Anayasamıza göre, Devlet Başkanlığı (Cumhurbaşkanlığı) için 40 yaşını doldurma şartı var iken, daha 2006 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile milletvekilliği yaşı 30 ‘dan 25’e düşürülmüş iken, düşünüyorum da 19 yaşında tahta geçeceksiniz, 21 yaşında Konstantiniyye’yi fethedip, dünyanın en uzun süreli devletlerinden birini tarihe gömüp İstanbul’un “ Fatih’i” olacaksınız.
Babası Sultan II.Murat’ın daha 12 yaşında tahtı kendisine devrettiği 1444 yılında Varna Seferi düzenlendiğinde de "Eğer padişah sen isen ordunun başına geç, eğer padişah ben isem emrediyorum ordunun başına geç" sözü ile, henüz çocuk yaşta iken, düşündürücü ve zeka dolu bir paradoks sunan “Fatih’i ve Fatihleri” yetiştiren sistemi iyi tanımamız lazım.
II.Mehmet’in “Fatih” olabilmesi için taşıdığı ruhu, aldığı eğitim ve öğretimi bilmemiz gerekir. Babası Sultan II. Murat çocuk doğar doğmaz: “Ya Rabbi, İstanbul’un fethini bana nasip etmezsen bari şu beşikteki çocuğa nasip et.” diye samimi dua ve yakarışlarını Allah’a sunmuştur. Çocuğun doğduğu evde, uyuduğu beşikte hep İstanbul’un sözü edilmekte, İstanbul’un alınacağı sözünün edilmediği bir gün bile geçmemektedir.
Bu çocuğun aldığı eğitim ve öğretimin önceliği İstanbul’un fethi üzerine olmuştur. Çünkü bu şehrin alınacağını çağlar ötesinden Peygamberimiz (s.a.v.) haber vermiştir. II.Mehmet’e eğitim ve öğretim veren ister sivil hocaları olsun, isterse askeri hocalar olsun bu işin farkındadırlar. Öğretim ve eğitim gördüğü ortamlarda da İstanbul'dan söz edilmektedir. II. Mehmet’i “Fatih” yapan taşıdığı ruh ve aldığı eğitimdir. II. Mehmet’e İstanbul’u alacak gözüyle bakılmış, çocuğa aldığı eğitimle İstanbul’u alma öğretilmiştir. II. Mehmet’te büyütüldüğü ve yetiştirildiği amacı gerçekleştirmek için taşıdığı İstanbul’u alma ruhunu hiçbir zaman terk etmemiş, sonunda da onu gerçekleştirerek, bu güne kadar hiç bir kimsenin yapamadığı plan ve teknikleri de uygulayıp “İstanbul Fatihi” olmuştur.
II. Murat’ ın Hüma Hatun'dan olan oğluydu O. Molla Gürani, Molla Hüsrev, Hocazâde, Hizir Bey Çelebi, Ali Tusî, Molla Zirek, Sinan Pasa, Molla Lütfi, Fahreddin-i Acemî, Hoca Hayreddin gibi ilim, irfan ve sanat erbabı, bilginlerinden özel dersler alarak yetişti. Çocuk yaşta Manisa Sancakbeyliği’ne atanınca, hocaları ve danışmanlarıyla birlikte Manisa’ya gitti.
İste genç hükümdar, çocuk yaşından itibaren böyle bir muhit ve bu anlayışta bir hoca ve danışman kadrosu tarafından çevrelenmiştir. Bu halkanın tam merkez yerinde, hepsinden imtiyazlı ve hepsinden cesaretli bir hocası daha vardır ki, tek başına gözünü hükümdara dikmiş olan bu meydan erinin adı Akşemseddin idi. İlme olan bağlılığının, Konstantiniyye sevdasının yanı sıra onu aynı zamanda bir manevi insan yapan, hocası Akşemseddin'di. Akşemseddin, öylesine büyük bir alimdi ki, diğer tüm alimler Fatih'in karşısında erirken, Fatih, hocası Akşemseddin'in karşısında eriyordu. İla – yı kelimetullah aşkını, peygamber sevgisini, padişah olmasına rağmen aşkını, hasretini Fatih'e aşılayan mübarek insandı. Fatih ve Akşemseddin, ila – yı kelimetullah yolunda, Feth-i mübin kalesine doğru omuz omuza yürüyen iki gönül insanıydı. Fatih en ufak bir tereddüde düştüğü anlarda hocası hep onun yanında olmuş ona destek vermiştir. Genç şehzade Konstantiniyye'yi fethetmeyi çok istiyordu. Acaba Konstantiniyye'yi fethedebilecek miydi? Bu düşünce ile nefes alıp veriyordu. Bir gün bu tereddüdünü hocasına açar, Akşemseddin ona şöyle der: ''Tasa etme, Konstantiniyye'yi alacaksın.'' Hocası boş söz söylemez, olmayacak şeylere bel bağlamazdı. İşte bu sesti, en olumsuz anlarda Fatih'in kulaklarında yankılanıp da onu ümitsizliğe düşmekten kurtaran...
Fatih, bir miğferi koruduğu başla beraber ikiye bölecek kadar kol kuvvetine sahip olduğu gibi, dağ tepelerinde 13 kantar atacak top döktürebilecek, karadan 70 kadar gemiyi yürütme kudreti gösterecek, en sıkışık anlarda savaş alanında yağlı paçavralı mermiyi icat edecek kadar buluşçu, 30 yıl kılıcı mermiyi bırakmadan idare ettiği orduya mağlubiyet yüzü göstermeyecek kadar askerlik hünerine sahip, hiç denizciliği olmayan bir milleti birkaç yıl içinde dünyanın en büyük deniz gücüne sahip kılacak kadar muktedir, bir devletin her ihtiyacına yetecek kanunlar vazedecek kadar görüş, seziş ve idare gücü olan bir devlet adamıydı.
Peki böylesine derin bir ruh insanını, böylesine her yönden bir derya olan padişahı yetiştiren unsurlar nelerdir acaba? Bu büyük insanın ortaya çıkmasında Allah vergisi dehası ve kabiliyetlerinin yanı sıra, annesi Hüma Hatun, babası II. Murat ve hocalarının da kattığı değerler var elbette. Henüz çok küçük yaşta iken çevresi tarafından hep kulağına fısıldanan fetih menkıbeleri, dinlediği Feth – i Mübin ninnileri, körpe dimağına, ruhuna nakşedilecek, ileride büyük bir Konstantiniyye sevdası olarak meyvesini verecekti.
Şehzadenin annesi Huma Hatun da babası II. Murat da tam bir şehzadeye yakışır şekilde onunla ilgilenmişler, gerektiğinde otorite kurarak şefkat-otorite dengesini sağlayabilmişlerdir. Şehzade çok küçük yaşta babasıyla birlikte, II.Murat'ın müdavimi olduğu ilim meclislerine katılmıştır. Karakterine işleyen buluşçuluğun tohumlarının bu meclislerde atıldığını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Beş yaşında tahsile başlayan veliaht Mehmet bilhassa Manisa’da geçirdiği şehzadelik devresinde zamanın ünlü ve liyakatli âlimlerinden Astronomi, fen bilimleri, Matematik, Tarih, Edebiyat, Felsefe (Kelam) dersleri yanında dinî ilim tahsil etme imkânı bulmuştur.Ayrıca yedi yaşına geldiğinde, şehzade pek çok dil bilmekteydi. Ünlü Osmanlı Tarihçileri Franz Babinger ve Uzunçarşılı’nın belirttiğine göre, Babası Sultan Murad 13 Şubat 1451'de ölünce 19 yaşında tahta geçen ve iki yıl sonra "Fatih" olan Mehmet'in aldığı eğitim sonucundaki durumu şöyledir: “Anadili Türkçe'nin yanında Yunanca, Arapça, Latince, Farsça ve İbranice’yi kusursuz şekilde konuşuyordu.”
Genç şehzade 19 yaşındaydı. Babası II. Murat'ın vefatıyla ikinci kez tahta geçmişti. II. Mehmet. Ve işte artık padişahtı. Osmanlı'nın altın devri başlıyordu. Artık Konstantiniyye onu bekliyordu. Çocukluğundan beri hayali ile yaşadığı Konstatiniyye “Ya fethedilecek, ya fethedilecekti.” Bizzat kendisinin icat ettiği “Şahi topları ve çağının en teknolojik ordusuyla” İstanbul surları önündeydi artık.
Tarihte defaatle kuşatılan, Osmanoğlu’nun altı kez kuşattığı İstanbul, muhteşem hazırlıklardan sonra 6 Nisan 1453 tarihinde kuşatma altına alınmıştı. Fethin gecikmesi üzerine bir taraftan sabırsızlanan, bir taraftan da “Ya ben İstanbul’u alırım, Ya İstanbul beni” sözleri ile kararlılığını ortaya koyan Fatih, donanmadan faydalanmak için de 22 Nisan gecesi yaklaşık 70 parçalık kadırgayı kızaklarla karadan Haliç’e indirerek 29 Mayıs’ta bir çok milletin rüyası, hülyası ve ideali olan bu şehri ele geçirir, fethin sembolü Ayasofya’nın kıyamete kadar cami olarak kalması için muhteşem vakfiyesini yazdırır. Bu gün Ayasofya mahzun iken, bu gün Laiklik adına, Müslümanların Din hürriyeti baskı altına alınırken, o gün Fatih’in “Bütün Ortodokslar himayem altındadır.” çağrısı ne kadar da manidardır.
Tarihi kaynaklar, çağ açan, ikisi imparatorluk, altısı prenslik, dördü krallık, beşi dükalık olmak üzere 12'si Hıristiyan 17 devlet fetheden bu büyük padişahın Roma seferine harekete geçtiği sırada, Yahudi asıllı bir doktor tarafından zehirlenerek şehit edildiğini bildirmektedir. Şehadeti sırasında 53 yaşında bulunan sultanın cenazesi daha sonra İstanbul’a getirilerek, kendi yaptırdığı Fatih camisi avlusuna gömülmüştür.Ölüm haberi duyulduğunda bütün Avrupalı Hıristiyanların ve özellikle Vatikan’ın bayram ettiği, günlerce çan çalınarak bu olayın kutlandığı bilinmektedir.
Hülasa, bu nasıl bir sistemdir ki bu gün çağdışı gördüğümüz Sultanlara altı yabancı dil (bazı kaynaklarda dokuz olarak da geçer)öğreterek, çağının önemli bir çok farklı ilmi ile donatmış, hepsinden önemlisi 12, 15, 19 yaşlarında devlet yönetme becerisi kazandırarak, 21 yaşında “Fatih ve Fatihler” çıkarmıştır.
Bu gün bilim ve teknoloji bu kadar gelişmesine rağmen, bütün Cumhuriyet Tarihi’nde hangi Devlet Başkanımızda 6 yabancı dil becerisi vardır. O zaman bin düşünerek bir söyleyeceğiz ve hakkı teslim edeceğiz. Ne Saltanata sövmek, ne de Cumhuriyet idaresine sahip olmak tek başına bir sonuç getirmiyor. Fatih’i bu büyük ideallere götüren unsur şüphesiz ilimdir. Eğitim, bir milletin en öncelikli hedefi, ideali olmalıdır. Aksi takdirde bir milletin ayakta kalması imkânsızdır. Maddî ve manevî kalkınmanın anahtarlarının insan olduğuna gönülden inanan, ilim ve irfan ordusunun komutanı Fatih; ilme, ilim ehline ve hocaya çok önem vermiştir. Fetihten hemen sonra açmış olduğu medreseler (Sahn – ı Seman) ile kültürel müesseseler bunun bir ifadesidir. Unutmayalım ki, Fatih İstanbul’u yalın kılıç bir ordu ile değil, çağının en teknik donanımlı ordusu ve iman ile fethetmiştir.
Netice itibari ile, kalkınmamızın temelinin eğitim olması gerektiğini milletçe top yekûn olarak kavramamız gerekmektedir. İlim, müminin yitiğidir. Yüce dinimizin de temel emridir. Kâinatın efendisi Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e ilk gelen âyet “oku” olmuştur. Dolayısıyla bizim en önemli görevimiz eğitim ve ilim alanında faaliyetlerimiz olmalıdır. Bu bilinci, insanımıza ve özellikle de yeni nesillere anlatmamız gerekmektedir. Bu vesileyle İstanbul’un fethinin 555. yılını kutladığımız bu günlerde fethi gerçekleştiren, Efendimiz(s.a.v)’in övgüsüne mazhar olmuş Fatih Sultan Mehmet ve O’nun şanlı askerlerini ve bütün şehitlerimizi rahmetle yâd ediyoruz. Rabbim, mekanlarını cennet eylesin, şefaatimize vesile kılsın (Amin)
Fi emanillah…